28 Ağustos 2007 Salı

Ekonomik Krizler ve Dolar Artışı

Ağustos ayından itibaren başlayan ve hafta sonuna doğru azalan, hafta başı ise hızlanan bir ekonomik kriz ile karşı karşıyayız. Her ne kadar ülkemizi çok fazla etkilemese de ( finansal bir oyuncu olmayan normal vatandaşları ) dünyadaki birçok kişi ve kurum etkilenmiştir. Ülkemizde ise olumlu görülmüş, Merkez Bankası dolar satar hale gelmiştir. Hafta sonu ise dolar 1.42’lerden, 1.36’lara kadar düşmüştür.

03 Mayıs 2007 tarihinde yazdığım ‘’ Sihirli bir söz aklımda ‘’ adlı makalemde ‘’ gün gelmeden aklımda demeniz gerekir ‘’ diyerek bu krizlerin her zaman olabileceğini söylemiştim. Bu kriz ülkemizin ekonomik etkenlerinden değil tamamıyla dış piyasadaki fon ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır. Peki ABD de oluşan fon açıkları doları neden artırmaktadır, ülkemizde bir kriz olduğunda YTL düşerken yani zayıflarken Amerikan doları bunun tam tersi olarak neden artmaktadır. Bunun iki ana nedeni vardır Küresel sermaye ve EURO’ nun, dolara kotasyonudur.

Özellikle 1990’lardan itibaren hızlanan küresel sermaye birçok ülkeye sermaye aktarımı yapmıştır. Bu aktarımın ana kaynağı da Amerikan çıkışlıdır. Burada sermayenin Amerika’dan çıkması demek Amerikan sermayesinin çıkması olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Örneğin Japonya Amerika’ya çok fazla ihracat yapan bir ülkedir, ancak, bu ihracatın bedelinin büyük bir kısmı Amerikan finans piyasalarında kalmaktadır. Bu Avrupa içinde hatta dünya içinde böyledir. Bu nedenle Amerika da ortaya çıkacak bir kriz diğer ülkelerde hemen yansıyacak ve dünyada büyük bir buhrana neden olacaktır.

İkinci olarak Avrupa, II. Dünya Savaşı sonrası 1944 yılında Bretton Woods anlaşması ile çıkaracakları milli paralarını dolara endekslemişlerdir. Merkez bankalarında bulunan dolar oranında milli para çıkartma eğilimi nedeniyle, dolarda oluşacak bir sorun Avrupa’yı da etkileyecek hatta krize götürecektir.

Amerika son dönemde, özellikle de Irak Savaşının maliyetleri nedeniyle sürekli olarak bir kriz içerisindedir. Doların bütün müdahalelere rağmen değer yitirmesi ve Amerikan bütçesinin büyük oranlarda açık vermesi, şu an için ötelenen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ben bu durumu evin hamarat! Kızının süpürdüğü tozları halının altında biriktirmesi olarak görmekteyim, bu birikintiye basmamak için çevresini dolaşanlar bir gün yanlışlıkla ya da artık yeter diyerek bu halıya bastığında o ev toz içinde kalacaktır. O evin temizlenmesi ise o kadar kolay olmayacaktır.

Şu anda tüm dünya Amerika’ya bir şekilde bağlanmıştır ve zorunlu olarak bu krizleri üstlenmeye çalışmaktadır. Aynı gemide olmanın verdiği etkiyle Amerika’yı her seferinde kurtaran dünya, bu duruma ne kadar dayanacağı ya da buna ne kadar gücü yeteceği de düşünülmesi gereken bir konudur. Aslında bazı hesaplar da yapılmaktadır.

26 Ağustos 2007 Pazar

Devletlerde Ağabeylik

Medeniyetler kuran kavimler, çevrelerindeki akrabalarını ve bu akrabalığa sıcak bakan kavimleri çevresine toplayarak İmparatorluklar kurmuşlardır. Bu İmparatorluklar sırasında işgal edilen topraklarda başka kavimlerde yaşamakta olup, bunlara yapılacak zulüm ya da iyilik bu imparatorluğun yaşam süresini uzatmış ya da kısaltmıştır.

Bazen kurulan medeniyetlerde akraba iki medeniyet aynı büyüklüğe ulaşmış, biri diğerini abi kabul ederek sırt sırta çalışmışlar ve bugün tarihteki yerlerini almışlardır. Büyük Timur İmparatorluğu da bunlardan biridir. Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt’ı yenerek Osmanlı Devletini Fetret Devri’ne götüren olayları yaşatan adam, her Osmanlı Tarihçisinin lanet okuduğu adam neden Müslüman ve Türk iki devlet savaşmış ve Osmanlıyı Fetret Devrine sokmuştur. Konu ağabeyliktir.

Timur, Sultan II. Murad Han'ın 1441 yılında yazdığı bir nâme ile kendisini Büyük Türk Hakanı olarak tanıdığını ve tâbi olduğunu bildirdiği âlim hükümdar Şahruh'un babası; şair hükümdar Hüseyin Baykara'nın ve bu gün Ay'ın en geniş kraterlerinden birine adı verilen Ay atlasında Türk adını bulunduran ünlü astronom Uluğ Beğ'in dedesidir. Osmanlı Devleti batıda savaş verirken, Timur Orta Asya’da hüküm sürmüş ve İran’a kadar gelmiştir. Timur, İran seferinde, Şehname'nin yazarı ünlü şair Firdevsî'nin mezarına giderek, "Kalk, kalk da, her satırında kötülediğin mağlup Türk'ü şimdi gör!" demiştir.

"Biz ki Mülük-i Turan, Emir-i Türkistan'ız:
Biz ki Türk oğlu Türk'üz;
Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu
Türk'ün başbuğuyuz!..."

Mısralarını yazan bu komutan neden Ankara Savaşına girişmiştir. Bunun nedeni ağabeyliktir. Abi gelmiş ve 600 yıla yakın hüküm sürdürecek Osmanlı Devletini revize etmiştir. Bu revizyon yaşanmasaydı Osmanlı Devleti bu kadar uzun süre yaşamını devam ettiremezdi. Bunun en bariz örneğini yendikten sonra yanına aldığı Yıldırım Beyazıt ile birlikte İzmir’e kadar ulaşan Timur, kendinden neden sorusunu arayan Yıldırım Beyazıt’a dönerek, ‘’ Sen Müslüman ve Türk bir hükümdarsın, neden bir yabancı ile evlendin? ‘’ diye sorar ve sofrada Prenses Olivera’ ya sakilik yaptırarak Yıldırım Beyazıt’a en acı dersini verir. İşte ağabeylik budur. Bazen bu dersler çok büyük zayiatla olabilir ama keşke Kanuni Sultan Süleyman döneminde de bir abi çıksaydı da tarih kırılma noktasına girseydi.

Hükümetin geçen haftaki yazdığım yazıda son icraatını yazmıştım. Orada AB bağırmasına ve paniğe kapılmasına rağmen, Türkiye’nin Azerbaycan, Moğolistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ a uygulanan vizeyi tek taraflı olarak kaldırdığını yazmıştım. Televizyondan Özbekistan’dan yapılan yayında Haftada 4 sefer THY, 3 seferde Özbek Hava yolları sefer yapmasına rağmen yer bulunmadığı ve yaşlı bir adamın sıra bekliyorum, bende oraları göreceğim diyerek gözyaşları döküyordu, işte ağabeylik budur.

Sadece bu da değil, Balkanlarda TİKA kanalıyla yapılan çalışmalar, Balkanlarda ağabeylerinin geldiğini göstermektedir. TİKA tarafından yapılan MOSTAR köprüsü, Hırvat topçuları tarafından başta minaresi olmak üzere yıkılan Ulu Camii, Gorazde de tam teşekküllü hastane ve bu hafta resterasyonuna başlanacak olan Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü, ağabeyliğin en güzel örneğidir. Bizden herkes ağabeylik bekliyor, ne yapalım, bu sorunun en güzel cevabını halkımız zaten veriyor.
Saygılarımla;

TİKA: Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
TİKA, Avrupa, Asya ve Afrika olmak üzere, 3 kıta ve 37 ülkede görev yapan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yegane ‘’Teknik Yardım Kuruluşu” dur.
Görevleri:
Gelişme yolundaki ülkelerin kalkınma hedefleri ve ihtiyaçlarını da göz önüne alarak, ekonomik, ticari, teknik, sosyal, kültürel ve eğitim işbirliği ve yardım konularını belirlemek ve bu amaçla gerekli proje ve programları hazırlamak veya özel kuruluşlara hazırlatmak,

19 Ağustos 2007 Pazar

Biz MANDA’ mıyız

AB’ den yine bunu yapmayın, şunu etmeyin, bunu bana verin türünden istemler yeniden hız kazanmaya başlamıştır. Bu güne kadar Ülkemiz lehine hiçbir karar çıkartmayan, hakkımız olan konularda ve AB fonlarından almamız gereken paraları dahi ödemeyen ( bazı yatırımlar hariç! ) AB yine bizlere direktifler vermeye devam etmektedir.

Kurtuluş Savaşı başlangıcında yapılan kongrelerde sürekli olarak dile getirilen ve Gazi Mustafa Kemal’in kesinlikle karşı çıktığı Manda Yönetim Sistemi günümüzde yavaş yavaş hayata geçirilmek istenmektedir. Nedir Manda yönetimi; I. Dünya Savaşı sözde galipleri, Wilson ( zamanın ABD Başkanı ) Prensipleri uyarınca, fiilen kendi topraklarına katamadıkları yerleri, söz konusu yerlerin kendi kendilerini yönetemeyeceği gerekçesiyle Milletler Cemiyeti adına bölerek vesayet altında tutup sömürgeleştirme temeline dayalı bir sistemdir. Bu sistemde kendinden hiçbir şeyi vermeyen vasi devlet, manda devletten ise her türlü eylemi yapma ya da yap diyerek yönetmektedir.

Eğer bir ekip çalışması, birliktelik ya da amaç birliği varsa bir sorun yok, ancak sen AB’ nin bel kemiği iki devlet olan Almanya ve Fransa olarak ben seni kabul edemem, halkımı referanduma götürürüm diyerek bizim üyeliğimize karşı çıkıyorsun, yani almam mümkün değil diyeceksin, sonrada dönüp bunları yapmayın diyerek emir ve direktiflerle beni yönetmeye kalkacaksın; bu birlik falan değil resmen Manda Yönetim Şeklidir.

1990 yılında Sovyetler Birliğinin yıkılması ile bağımsızlaşan Türk Cumhuriyetleri, ülkemiz ile sıkı bağlar oluşturmak istemiş ancak belli nedenlerle bu gerçekleşmemiş hatta giriş vizeleri konularak ve AB’ nin kıstaslarından dolayı direkt ithalat şansı bile bırakılmamıştır. En son bunu yapamazsın dediği konu bu vizelerin kaldırılması ile ilgilidir.

Türkiye’nin Azerbaycan, Moğolistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ a uygulanan vizeyi tek taraflı olarak kaldırılmıştır. Bunu duyan Avrupa Komisyonu gözlemcileri, bu durumun AB’ ni rahatsız ettiğini ve AB adaylığı sürecindeki Türkiye’nin üçüncü ülkelere vize uygulama veya vizeyi kaldırma konusunda AB kriterlerine uyması gerektiğini belirtmiştir. Bakın vasilerimizi nasıl rahatsız ediyoruz, bu hükümette hiç utanmıyor, sen nasıl vasilerini rahatsız edebilirsin. Komisyon ayrıca konuyu titizlikle incelediği ifadesi yer almaktadır. Bu titizliği bizim AB girişimin olumlu yönlerinde görülmemesi de bir soru işaretidir. AB daha da ileri giderek, AB’ nin ‘’ olumlu ‘’ listesinde bulunan ülkelerin vizesini de kaldırmasını Türkiye’den talep etmiştir.

Değerli okuyucularım, Millet olarak bu olaylardan yorulduğumuzu düşünüyorum; bir yandan bizim sizi almamız mümkün değil diyerek hem sözlü hem de olması gereken safhaları kapan AB öbür yandan bunu yap, bunu yapma diyerek bize Manda gözüyle bakması her kesimi rahatsız etmektedir. Karar Yüce Halkımındır.

Saygılarımla;

9 Ağustos 2007 Perşembe

ORDUMA DOKUNMAYIN

1908 yılında Avrupa’nın bir ülkesinde bir araya gelen adamlar artık dünyanın değişmesi gerektiğine karar verdiler. Büyük hantal devlet yapılarının orta boy devletlere, 100 sene sonra da orta boy devletlerin, küçük devletçiklere dönüştürme planını kabul ettiler; üçüncü aşamada ise bu küçük devletlerin bir araya geldiği Federe Devlet Sisteminin kurulması kararını bu toplantıda aldılar.

1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı, birçok ölümün, yıkımın olduğu bir savaş olmasının yanı sıra, büyük devlet konumundaki Alman, Osmanlı, Rus ve Avusturya - Macaristan İmparatorluklarının bitişine de neden olmuştur. Özellikle Avrupa da birçok yeni etnik kökene dayalı devletler oluşturulmuş, Ortadoğu’da ise Osmanlı / Türk düşmanlığı ile tanınan Bedevi çapulcuları kral ilan edilerek, ellerindeki cetvelle bunlara ülke sınırları çizilmişlerdir.

Birinci aşamanın tamamlanması ile ikinci aşamaya geçilmiş, 2000’li yılların başında orta büyüklükteki devletler daha etnik guruplara bölünerek küçük devletçikler haline getirilmiştir. Avrupa da bunun en güzel örneği, Yugoslavya adı altındaki ülkeden 6 – 7 devletçik çıkmasıdır. Ortadoğu’da ise Irak bu konuda örnek olarak oluşturulmaktadır. Bileşmiş Milletler Kurumu yerine, 1941 yılında dillendirilmeye başlanan Avrupa Federasyonu, Ortadoğu Federasyonu, Asya Federasyonu vb. adlar altında küçük devletlerin oluşturduğu bir federasyon birlikleri, hem askeri hem de ekonomik açıdan daha rahat yutulur lokma haline dönüştürülecektir.

Ancak, özellikle kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’ in her türlü egemenlik ve mandaya karşı durması, kısacık ömründe, beklenenin aksine ondan sonra gelenlerin yaptığı gibi harap bir ülke aldık vb. sözler söylemeden ve yaşam desteği aramadan ekonomik ve askeri örgütlenmesi, bu kişilerin oyunlarını belli süre bozmuştur. Mustafa Kemal bilmektedir ki, bir ülkenin bağımsızlığı önce askeri güçten sonra da o ülkenin ekonomisinden geçmektedir.

Ordumuz, dünyanın bu büyüklükteki en dinamik ve güçlü ordusudur. Şahsım da dahil olmak üzere binlerce muvazzaf, yedek subay ve erler savaşma teknikleri, gerçek merminin sesi ve gelişi, askeri stratejileri, tatbikatlar da değil gerçek savaş alanlarında görmüşlerdir. Bu dinamik yapı planların bozulmasına neden olmuştur. Ancak şu unutulmasın ki 1908’ de toplanan gurup hiçbir zaman ve oluşan ne tür zorluk ne olursa olsun bu planlarından vazgeçmeyecekler ve yeni planlar oluşturacaklardır.

Yeni plan nedir. Yeni plan Türk Ordusunu içten ve dıştan oluşturacakları kişi ve kurumlarla yıpratma operasyonudur. Belli bir gurubu çıkarsak, Ordumuza halkımız her zaman destek vermiş ve onu kendinden ayırt etmemiştir. Şunu iyi görmek gerekir, hiçbir kurum halktan destek almadıkça başarılı olması mümkün değildir. Bu legal ordu da olabilir, terör örgütü de olabilir. Halk desteği, bu sihirli kelimenin bilincinde olan kişiler, öncelikle halktan ordunun kopartılması gereğine dayanarak, ordumuz ile halkımızın arasını açma eylemi içerisindedirler.

Sayın Yaşar BÜYÜKANIT’ ın Genel Kurmay Başkanı olması ile başlayan bu süreçte, Sayın BÜYÜKANIT ile ilgili birçok internet sitelerinde çeşitli olumsuz yayınlar yapıldı, ihtilal söylentileri ise dozu artıran ve ayrımı hızlandıran bir kavram oldu.

Değerli okurlarım, şunu iyi bilmek gerekir ki, ister ordunun içinden, isterse dışarıdan yapılan her türlü ayrıma meydan vermeyin, bu ordu bizim ordumuzdur, o komutanlar bizim insanlarımızdır ve parçalanmamız ve bölünmemizi önleyecek yegane güç önce sizde, sonra da ordumuzdadır. Ordumuza sahip çıkalım, bu durumu hükümette görmüş ve verdiği demeçlerle ayrımı önlemeye çalışmaktadır. Bizlerde aynı kararlılıkla karşıdaki güçlerin önünde ordumuz ve millet olarak kol kola duralım.

Saygılarımla;